27 Mayıs Darbesi

27 Mayıs’ı tarif için kullanılan kavramlar aynı zamanda mahiyete de işaret
etmektedir. 27 Mayıs’ın aktörlerinin ve bu harekete menfî bakmayanların hemen hemen
hepsinin kullandığı kavramlar çoğunlukla “devrim”, “ihtilal”, “inkılâp”, bunlara nazaran
daha az kullanılan kavram da “müdahale”dir. Darbe istisnaen yine de ihtilal manasında
kullanılmaktadır. Ancak 27 Mayıs’a taraftar olmakla birlikte MBK’nin icraatlarına
duydukları tepki sebebiyle “darbe” kavramına imaen menfî mana yüklendiğine de şahit
olunmaktadır. Prof. Reşat Kaynar’ın üniversitede tasfiye kararı sebebiyle yayınladığı
kitabının adı “Üniversiteye Darbe”dir.

27 Mayıs’ın mağdurlarının ve bu harekete müspet yaklaşmayanların kullandığı
kavramlar ise başta “darbe” olmak üzere “fiili durum”, “hükümet darbesi” gibi
kavramlardır.

Uğur Mumcu’ya göre “27 Mayıs da yine bir İttihatçılık ruhuyla yapılmıştır ve yine
aynı siyasal çizgidedir”.

1 27 Mayıs’ın İttihadçılıkla ilişkisi ikinci bölümde incelenecek
olmakla birlikte bu görüşün geniş bir kabule mazhar olduğu söylenebilir. Ancak darbe
aktörleri ve destekçileri esas itibariyle “ihtilal”, “inkılab”, “devrim” ve “müdahale”
kavramlarını tercih etmektedirler. Bilhassa Komisyonumuzun dinlediği MBK üyeleri
“darbe” kavramına itiraz etmiş, gerçekleştirdikleri hareketin “darbe” olarak tavsif ve
tesmiye edilmesine itirazda bulunarak “ihtilal”, “devrim” ya da “müdahale”
kavramlarının kullanılmasını tercih ve hatta tavsiye etmişlerdir.
MBK üyesi Sami Küçük “27 Mayıs bir askeri müdahaledir. Sonradan getirdiği
anayasa ilkeleriyle, bir darbeden çıkmış, bir ihtilal hüviyetine bürünmüştür” diyerek darbe
ve ihtilal arasında bir ayrım yapmaya çalışmaktadır.2 Mümtaz Soysal “Bürokrasinin
temsil ettiği Kemalist yaklaşımı ikinci plana atmak isteyen bir iktidar karşısında, memur,
öğrenci ve asker bütünleşmesi 27 Mayısa bir bürokratik hareket niteliğini veriyor” diyerek
darbenin “bürokratik” yönüne dikkat çekmektedir.

3 27 Mayıs’ın aktörlerinden ve 14’ler
olarak tasfiye edilen MBK üyelerinden Orhan Erkanlı, “27 Mayıs yalnız D.P. iktidarını
yıkan ve yeni bir anayasa düzeni kuran bir hareket olarak değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni
politikaya sokan, sık sık sivil idareye müdahale arzu ve geleneğini yaratan bir olay olarak
da incelenmelidir” demektedir.4 Numan Esin “devrim” kavramını tercih kabul
etmektedir. “Biz kendimizi darbeci olarak değil, 27 Mayıs devrimcisi olarak görüyoruz. Biz
halktan kopuk, halka karşı bir hareket içinde asla bulunmadık. Biz, demokrat insanlardık...
[Bu yazı " 27 MAYIS 1960  DARBESİ RAPORU " tanımı ile Hürriyet Dosya Arşivinden Alınmıştır. Tamamını Okumak İçin Tıklayınız]

27 Mayıs Darbesi

1960 yılında Türk Silahlı kuvvetlerince gerçekleştirilen müdahale hareketine ve bunu takip eden siyasi ve sosyal gelişmelerin tümüne verilen ad.
1960 yılında Türk Silahlı kuvvetlerince gerçekleştirilen müdahale hareketine ve bunu takip eden siyasi ve sosyal gelişmelerin tümüne verilen ad.Silahlı kuvvetlerin 27 mayıs 1960’ta yönetime elkoymasıyla sonuçlanan olaylar dizisi, bir yıl önce başlamıştı. Olaylı geçen 1957 genel seçimlerinden sonra iktidar-muhalefet ilişkileri gittikçe gerginleşti. Cumhuriyet Halk partisi, Demokrat parti iktidarına karşı sertleşen bir mücadeleye girişti. İktidar bu mücadeleyi Büyük Millet meclisinin dışına kadar taşan şiddet tedbirleriyle karşıladı. Meclisteki görüşmeler sık sık yumruklaşmalarla sonuçlanırken, CHP lideri İnönü’nün 1959 mayısında çıktığı yurt gezisi, ilk büyük olaylara sebep oldu. Uşak’ta demokrat partili bir grup CHP lideri aleyhinde gösteri yaparak, onu taşladı; İnönü başından yaralandı. üç gün sonra İstanbul’a gelirken Topkapı’da benzer bir gösteriyle karşılandı ve muhtemel bir suikaste uğramaktan askeri kuvvetlerin müdahalesiyle kurtuldu. Bu olaylarla birlikte basına karşı tedbirler de sertleşiyordu. Gazeteler, konan yayın yasakları yüzünden olaylardan söz edemiyor, muhalefet yapan gazete ve dergiler sık sık kapatılıyor, gazeteciler hapsediliyordu. Bu arada İktisadi güçlükler de artmıştı. Bir yandan enflasyon, bir yandan döviz ihtiyacının karşılanmamasından doğan mal darlığı sonunda fiyatlar hızla yükseliyordu. Yolsuzluk söylentileri yaygındı.
1960 Yılına, bu ortamda gittikçe sertleşen iktidar - muhalefet ilişkileriyle girildi. Nisan ayında İnönü’nün yeni yurt gezisi olaylarla başladı; CHP liderinin Kayseri’ye girmesi önlendikten sonra, iktidar yeni tedbirlere baş vurdu. Meclis «bir kısım basınla işbirliği yaparak, kanun dışı gizli kollar, şerirler ve sabıkalılardan müteşekkil silâhlı siyaset çeteleri kurmaya çalışan muhalefet» hakkında Tahkikat komisyonu kurulması kararını aldı (18 nisan). Ardından, bu komisyona olağanüstü yetkiler veren bir kanun tasarısı hazırlandı. Tahkikat komisyonuna siyasi faaliyetleri yasaklama, basına yayın yasakları koyma, gazete ve dergileri kapatma, kanuna aykırı hareketleri görülenleri altı aydan üç yıla kadar hapsetme gibi yetkiler Yeren bu tasarı, yine kavgalı bir oturumdan sonra kanunlaştı (27 nisan). Ertesi gün, üniversite profesörleri bu kanunla Anayasanın açıkça ihlal edildiğini bildirdiler. Aynı gün İstanbul üniversitesi öğrencileri olayı protesto için gösteriler yaptılar. Polisle kanlı çatışmalar oldu. Olaylar Ankara’ya da sıçradı (29 nisan). Hükümet her iki ilde sıkıyönetim ilân etti.
Sıkıyönetim, duruma müdahale etmek gereğine inanarak teşkilâtlanmaya başlamış bazı subayların, hazırlıklarını daha etkili bir biçimde yürütebilmelerine yardım etti. Ülkenin birçok bölgesinde birkaç yıldan beri bazı subaylar birbirlerinden habersiz hücreler kurmaktaydılar. Bunlar, gittikçe kötüleşen siyasi ve İktisadi şartlar yüzünden Demokrat parti iktidarına müdahale etmek gereğinin doğacağına inanıyor ve bu amaçla teşkilâtlanıyorlardı. Hücrelerden biri 1958 yılının başında ihbar edilmişti. Gerçi yapılan soruşturma ve duruşma sonucunda sanık dokuz subay beraat etti ve sadece muhbir mahkûm oldu; ama bu olayın etkisiyle ordudaki gizli hücreler çalışmalarına son verip dağılmayı uygun buldular.
1959 Yılından itibaren hızla gelişmeye başlayan olaylar, bu faaliyeti tekrar canlandırdı. Sıkıyönetim ilân edildiğinde (28 nisan), başlangıçta birbirinden habersiz kurulmuş birçok hücre birbirleriyle temasa geçerek birleşmiş durumdaydı. Ankara ve İstanbul’da böylece teşkilâtlanan subayların bir bölümü Sıkıyönetimde önemli görevlere getirilmişlerdi. Sıkıyönetime rağmen her iki ilde de olaylar devam ederken, bu subaylar kesin müdahale hazırlıklarına giriştiler. Birkaç defa ertelenen müdahale kararından sonra, 26 mayıs gecesi harekât başladı. İstanbul’da Sıkıyönetim karargâhında toplanan subaylar, harekete katılması önceden sağlanmış birliklere ilk emri 27 mayıs sabahı saat 2’de verdiler. Bir buçuk saat içinde Radyo evi dahil, gerekli bütün hedefler kontrol altına alındı, önceden varılan anlaşmaya göre Ankara’daki harekât saat 4’e kadar tamamlanacak ve müdahale Ankara radyosundan ilân edilecekti. Ama saat 4’ü geçtiği halde Ankara radyosu susuyordu. Çünkü bir yanlış anlama sonucu, Ankara’daki harekât bir saat geç başlamış, ayrıca Radyoevi ele geçirildiği halde çalıştırılamamış ve en önemli «canlı hedef»in bulunduğu Çankaya köşkü direnmişti. Bu durumda İstanbul komitesi daha fazla beklemekte sakınca gördü ve müdahale ilk defa İstanbul radyosuyla, saat 4,30’da ilân edildi. Bir buçuk saat sonra da Ankara’daki harekât tamamlandı. O sırada yanında bazı bakanlarla birlikte Eskişehir’de bulunan başbakan Adnan Menderes, askeri müdahaleyi haber alır almaz Kütahya’ya hareket etti. Sabahın erken saatlerinde Eskişehir’den havalanan bazı subaylar, Menderes ve yanındakileri Kütahya vilayet konağında teslim alıp Ankara’ya getirdiler. Aynı anda bir başka uçak, bir süre önce görevinden ayrılmış olan Kara Kuvvetleri kumandanı Cemal Gürsel'i ihtilâlin başına geçmek üzere İzmir’den Ankara’ya getiriyordu.
O sabah radyolarda tekrarlanan bildiri, 27 Mayıs müdahalesinin gerekçesini ve amacını şu şekilde açıkladı:
«Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hâdiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silâhlı kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâta, Silâhlı kuvvetlerimizce, partilerüstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda âdil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişilmiş bulunmaktadır. «Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir, idaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fiile müsaade etmiyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş, kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlâtları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirUerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selâmeti için zaruri görülmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silâhlı kuvvetlerine sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı altındadır.
«Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler anayasasına ve insan hakları prensiplerine tamamıyla riayettir. Büyük Atatürk’ün «Yurtta Sulh Cihanda Sulh» prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve teahhütlerimize sadıkız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz, yurtta sulh, cihanda sulhtur.»
Gürsel Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Genel Kurmay başkanlığı görevlerini yüklendi. Siyasi partilerle ilişkisi bulunmayan 17 bakandan kurulu ilk hükümet ilân edildi (28 haziran). Başlangıçta müdahaleyi hazırlayan subaylar açığa çıkmak istemediler. Fakat İstanbul’dan getirilen profesörlere hazırlatılan Geçici Anayasanın bir maddesi, bu subaylardan meydana gelecek bir komitenin yasama meclisinin görevini yüklenmesini öngörüyordu. 11 Hazirana kadar devam eden tartışmalar sonunda Milli Birlik komitesini teşkil eden 38 subay belli oldu. Bu 38 subayın bir kısmı yıllar önce kurulan hücrelerin üyesi idiler. Bir kısmı ihtilâl hazırlıklarına son günlerde katılmıştı. Buna karşılık gerek müdahalenin gerçekleşmesinde, gerek daha önce yapılan hazırlıklarda önemli roller oynamış bazı subaylar çeşitli sebeplerle Komitenin dışında kaldılar. Milli Birlik komitesi üyeleri arasında değişik eğilimler vardı. Bazıları müdahaleye «kardeş kavgasını önlemek ve demokratik rejimi kurtarmak» amacıyla katılmıştı. Derhal bir kurucu meclisin kurulmasını, yeni bir anayasa yapılmasını ve seçimlere gidilerek iktidarın sivil yönetime devrini istiyorlardı. Buna karşılık bir başka grup, siyasetçilerin ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları gerçekleştiremeyeceğini düşünüyor, iktidarı elde etmişken bu reformları tamamlamayı, sivil yönetime daha sonra geçmeyi uygun buluyordu. Bu eğilim farklılaşması bir süre sonra Komite içinde sürtüşmelere yol açtı. 30 Ekim günü Gürsel, yayımladığı resmi bir tebliğde, o güne kadar geciktirilmiş Kurucu meclis yasasının hazırlanmasıyle Profesör Turhan Feyzioğlu’nu görevlendirdiğini bildirdi. Bu arada Anayasa tasarısını hazırlamakla görevlendirilen bilim komisyonunun da işini bir an önce bitirmesini istedi. Bu olay Milli Birlik komitesindeki ayrılıkları önlemedi, arttırdı. 13 Kasım sabahı Gürsel’in onayı ile köklü reformlar yapılana kadar iktidarın sivillere devredilmemesine taraftar olan 14 komite üyesi muhafaza altına alındılar. Bunlar daha sonra yabancı ülkelerdeki elçiliklerde görevlendirilerek yurt dışına gönderildiler.
Milli Birlik komitesi Kurucu Meclis yasasını aralık ayında onayladı. 1961 Yılının ocak ayında Kurucu meclis toplandı ve 27 mayıs gününe kadar yeni Anayasa ile yeni Seçim kanunu tamamlandı. Anayasa referanduma sunularak onaylandı (9 temmuz). Seçimler yeni kanuna göre yapıldı (15 ekim), iktidar sivil yönetime devredildi. Anayasaya göre Milli Birlik komitesinin 22 üyesi, kurulan yeni Büyük Millet meclisinde tabii senatör olarak görev aldılar. Milli Birlik komitesi başkanı Cemal Gürsel de Cumhurbaşkanlığına seçildi.
On yedi ay süren Milli Birlik komitesi döneminde, birçok önemli kanun yürürlüğe kondu, 5 000 subayın emekliye şevki, 147 Üniversite muhtariyeti güven altına alındı, zaklaştırılması, 400 sanıklı Yassıada davalarının görülmesi gibi büyük işlemler gerçekleştirildi. Devrim sonucu hazırlanan Anayasa, Türkiye’de yeni bir çığırın açılmasını sağladı. 27 Mayıs’tan önceki dönemin etkisiyle çoğunluk partisinin aşırı hâkimiyetini engelleyecek teminat getirildi, Anayasanın ihlâlini önleyecek tedbirler alındı, çift meclis sistemine geçildi, Anayasa mahkemesi kuruldu. Hâkim teminatı getirildi, Üniversite muhtariyeti güven altına alındı. Radyo ve Televizyon kurumu muhtariyetleşti, basın hürriyeti Anayasanın teminatına bağlandı. 27 Mayıs’tan önce ihmal edilmiş reformların gerçekleştirilmesi için de Anayasaya hükümler kondu. Bütün bunlar 27 Mayıs hareketine doğrudan doğruya bağlı sonuçlardı. Siyasi, İktisadi ve sosyal alanda böylelikle sağlanan hürriyetler ve haklarla Türkiye yeni bir döneme girdi. 27 Mayıs’tan önce programları ve yapıları yönünden büyük farklılık taşımayan iki partinin siyasi rekabeti, yerini, muhtevası daha çok sosyal ve İktisadi olan yeni bir mücadeleye bıraktı. Bu mücadelede siyasi partilerden başka unsurlar da yeraldı. Başta işçiler olmak üzere toplumun değişik katlan, yeni dönemin getirdiği hak ve hürriyetlerden faydalanarak teşkilâtlandı ve ağırlıklarını ortaya koymaya başladı. 27 Mayıs devriminin bir başka sonucu da, Cumhuriyet döneminde siyasete ve ülkenin yönetimine o tarihe kadar karışmamış olan Silâhlı kuvvetlerin bu olaydan sonra sahneden uzaklaşmaması, ilgisini ve ilişkisini kesememesi oldu. 27 Mayıs sonrası plüralist (çokçu) toplumda Silâhlı kuvvetler ağırlığını en çok hissettiren güçtür. Nitekim zaman zaman olaylara müdahale etmek, yön vermek zorunda kalmaktadır.




Benzer Yayınlar

Özel Yayın 760432273128502922

Yorum GönderNormal Yorum

emo-but-icon

Google Reklamları

Son Yayın

Reklam

Tavsiye Bağlantılar
Lokmacı

Popüler Yayınlar

item